Sayın Zeki ÖNSÖZ'ün yazısı: TÜRK'ÜM ÖZÜR DİLERİM
TÜRK'ÜM ÖZÜR DİLERİM
“Türk’üm Özür Dilerim” günümüzde Türk adını silme, Türk’ü yok saymanın gerçekleştirildiği ülkemizde, Prof. Dr. İskender Öksüz’ün bu gelişmeye tepki olarak yazdığı eserinin adıdır.(1) Türk ülkesinde “Türk’üm özür dilerim” demek, ironi gibi görünse de, Türkler kendi ülkelerinde milliyetlerini özür dileyerek ifade edebilecek bir duruma gelmişlerdir. Bu dönem yapılan uygulamalar ve açıklamalar Türkiye’de bir Türk sorununun olduğunu göstermektedir.
İşte bu sebeple yazar, eserine günümüzde herkesin işine geldiği gibi yorumladığı millet kavramını ilmi olarak açıklamakla başlıyor.
Millet nedir?
Gökalp’e göre; millet ortak bir terbiyeye dayanıyor. Günümüzde ise sosyologlar; “Millet, bir ortak yüksek kültürün, devlet eliyle teşkilatlandırılan bir eğitim sistemi vasıtasıyla aktarılmasıdır.”Aynı zamanda bu aktarma nesilden nesile yani zaman içinde gerçekleştirilir. İşte millet budur.” Demektedir. (s.20)
Bu açıklamadan sonra Prof. Öksüz “Bu ortak yüksek kültürü sağlayamazsanız ne olur? Daha doğrusu, mevcut ortak yüksek kültürü tahrip için elinizden geleni yaparsanız ne olur?” diye soruyor. Cevabı açık ve kısadır: “Artık millet olamazsınız. Ancak etnisite olabilirsiniz”(s.21)
Ortak yüksek kültür nedir?
Prof. Dr. İskender Öksüz, geçmişten günümüze millet hayatımızda yapılan hataları, sapmaları, yanlış tespit ve kararların kaynağını insan sermayemizde, insanımızın kültür ve eğitiminde, daha doğrusu kültürsüzlük ve eğitimsizlikte arıyor. İncelediği “kültür”ün içine milleti sosyolojinin milleti yapan “ortak yüksek kültür”, Prof. Orhan Türkdoğan’ın “yoksulluk kültürü” ile Röpke’nin “güruh toplumu”, yani “kültür yoksulluğu” da girmiş. Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın fikirleri de sıkça anılmış.
Yazar, yeni nesillere kültür aktarılmasını; milletin bütünlüğünü sağlayacak “Ortak yüksek kültürü” ve bunun içindeki dil ve târih hâfızamızın önemini şu cümlelerle vurguluyor;
“Nesilden nesile bilgi akatarılabilmesi insanoğlunun tabiattaki avantajıdır. Kültür ve medeniyet işte bu birikimdir. Bir taraftan bilginin çoğalması birikmesidir. Niceliğin artmasıdır. Diğer taraftan basitten karmaşığa gitmesidir. Sembollerin birleşerek daha üst seviyede daha karmaşık semboller yaratması, böylelikle niteliğin artmasıdır.
Kültür ve medeniyetin birikimi hem yatay, hem düşeydir. Yatay olanı, hem aynı milletin fertleri arasında, hem dünyadaki milletler arasındadır… Düşey birikim belki bu ikisinden de önemlidir. Nesiller arasındadır. Millet açısından nesilden nesile aktarılan birikim muhakkak ki kilittir.
“Vur”, “kaç”, “gel”, “yürü”, “ekmek” yüksek kültür değildir. Kanun hâkimiyeti, Bakî, Dede Efendi, Yahyâ Kemal yüksek kültürdür.
Milletin bölünmez bütünlüğünün garanti altına alınması, bu yüksek kültürün ihyası, nesilden nesile zenginleşerek akatarılmasıyla gerçekleşir. Devletin ve milli eğitimin asıl görevi budur.”(s.173)
Dil
Milletin temelinde dil vardır. Dil iki yoldan milleti oluşturur.
- Milletin nesilleri arasında, zaman üzerinde bağ kurar.
- Milletin yaşayan fertleri arasında mekân üzerinde bağ kurar.
Siz on yılda bir dili, on yıl öncekini anlayamaz hâle getirirseniz zaman içinde o bağı yok edersiniz.”(s.186)
Târih
Dilden sonra hemen ikinci sırada, bu dille nesilden nesile aktarılan târih hafızası, milleti millet yapan unsurdur. Zaferlerimizle, başarılarımızla gururlanacağımız; fakat önemlisi, mağlûbiyet ve felâketlerimiz âdeta yeniden yaşayıp tâ içimizde hissedeceğimiz bir miras. ”Biz”i teşekkül ettirecek, mensubiyet şuurunu doğuracak; yatay (coğrafya boyutunda) ve düşey (zaman boyutunda) birikimi sağlayacak bunlardır.(s.175)
Cumhuriyeti kuran milliyetçiler, başta Mustafa Kemal, yapılması gerekeni, belki bugünkü siyasilerden daha berrak bir şekilde gördüler. İlk iş, Türk dilinin ve Türk tarihinin öğretilmesiydi.(s.181)
Eğitim
“Eğitim her ülke için iki kritik, hayatî işlevi yerine getirir. Birincisi, çağdaş ulus-devletin asgari müştereklerini, hem coğrafya, yani mekânda; hem kuşaklar arasında, yani zamanda sağlayarak milli kimliği oluşturur.”(s.197)
Millet etnisite midir?
Yazar millet tarifini biraz daha açıyor; “Millet iptidai cemiyet birimlerini aşan, tamamını kendi altında birleştiren sosyolojik bir olgudur. Millet, içinde insan cemiyetinin ilkel çağlarına ait aşiret, boy, klan, etnik grup gibi alt gruplar birleşir, birleşmenin ötesinde ve ondan daha önemlisi; birbirinin içine girer, kaynaşır ve yok olur.(s.24)
Prof. Öksüz; “Kürt müyüm, Türk müyüm; Türk müyüm, Müslüman mıyım? Sorularını saçma sapan buluyor. Çünkü ona göre: “İnsanlar aynı anda hem bir veya –genellikle- birden fazla etnik gruba hem de aynı millete mensup olabilirler. Çünkü millet, etnisite temeline dayanan bir yapı değildir. Kendisine Türk diyen çoğunluk, bununla Türk etnisitesini değil, Türk milliyetini kastediyor.(s.25)
Yazara göre “Ne mutlu Türk’üm diyene!” gibi masum ve sosoyolojik millet kavramını bu derece açık vurgulayan bir ifadeden rahatsız oluyorsanız o zaman siz gayri Türksünüz.
Çağdaş ulus devletlerin özellikleri
Bu bölümde yazar millet ve demokrasi kavramlarını bazı ilim adamlarına, özellikle millet sosyolojisinin duayeni sosyolog Ernest Geller’e göre açıklıyor.
Geller’e göre; “Millet ortak kültürdür ve bir milliyet yok olsa, meydana gelecek boşluğu hemen bir diğeri dolduracaktır.
Demokratikleşme uzmanı D. Rostow’a göre milli birlik demokratikleşmeden önce gelir. John Stuart Mill’e göre demokrasi ancak tek bir millet içinde gerçekleşir.
Ulus devletlerin kayıtsız ve şartsız dostları veya düşmanları yoktur. Onların çıkış noktası kendi milli menfaatleridir.
Komünist sistemde 8 Avrupalı devlet vardı. Bunlardan beşi üniter devletlerdi.1989’dan 7 yıl sonra üniter devletler hâlâ üniter, federal devletler ise 22 devlete bölünmüştür.
Aşiret, cemaat, terör örgütü disiplini içinde demokrasi olmaz.
Milletlerin paradigmaları
Yazar bu bölümde İkinci Dünya Savaşı’na kadar batılı emperyalist ülkelerin hâkim pradigmasının “medeniyet" ve “üstün ırk” olduğunu, batılıların temsil ettikleri üstün ırklarla dünyanın aşağılık ırklarına medeniyet götürdüklerini iddia ettiklerini bazı yazarlara atıfla açıklarken, Türk entelektüelleri aynı dönemde kolumuz, bacağımız koparılırken, yâni ülkemiz talan edilirken bile, o “medeniyet” paradigmasına sadık kaldıklarını ifade ediyorlardı. Günümüz liberal emperyalist ülkelerinin paradigması ise “demokrasi” ve “insan haklarıdır”
Yazar burada haklı olarak soruyor; “Siz hiç demokrasinin beşiği İngiliz Avam Kamarası’nda Hindistan’ı temsil eden vekil duydunuz mu? Ve arkasından “Türkiye’nin ilk meclisinde ülkenin hiçbir yerinin temsilcisinin eksik olmadığını” hatırlatıyor.
19.asrın sonu ile 20.asrın başında Türklere karşı yürütülen etnik temizlikten dolayı yargılanan olmamıştır. Bunlar dururken Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı Milli Mücadele’den sonra iki devlet arasında yapılan anlaşma ile her birinin kendi sınırları içinde kalan diğer millete ait insanların takasını yani mübadeleyi, sanki bu tek taraflı ve zorla yapılmış gibi” etnik temizlik” gibi göstermesi en azından bilgisizlik, aslında kasıtlı Yunan propagandasıdır.(s.69)
Anayasalar ve milliyetçilik
Türkiye için “millet”siz anayasa yapılmasına karşı çıkan yazar, dünya anayasalarını inceleyerek yaptığı tespitleri şöyle sıralıyor;
1) Dünya anayasalarının büyük çoğunluğunda millet ve milliyet vardır ve ön plandadır.
2) Dünya anayasalarının çoğunda devletin ideolojisi, değerleri belirtilmektedir ve ön plandadır.
3) Dünya anayasalarının çoğunda kutsala atıf vardır. Bir kısmında da mezhep ve kilise seviyesine kadar ayrıntıya girilmektedir.
Avrupa değerleri denilerek Türkiye’ye yapılan saldırı
AB içinde, Türklere kabul edemeyeceği şartlar ve hakaretler yönelterek onları Avrupa’dan def etme stratejisi vardır ve uygulanmaktadır. Türklerin Ermenleri, Rumları ve cümle Hristiyanları katleden vahşi insanlar imajı pekiştirilmektedir. Bu imaj AB için iyi bir Türk ve Müslüman karşıtı barajıdır. Tekrar tekrar kullanılabilir. Asırlardır işlendiği için de Avrupa değerlerinin ayrılmaz parçasıdır. Ve bu Türklerin AB’ye girmesinin önünde güçlü bir engeldir.
Milliyetçiliğin çeşitleri ve Türk milliyetçiliği
Yazar, mezhep milliyetçiliği, ırk milliyetçiliği, bölge milliyetçiliği adı altında ileri sürülen çeşitli milliyetçiliklere karşı çıkıyor. Ona göre bir tek milliyetçilik vardır, o da millet milliyetçiliğidir.
Avrupa’nın ‘nasyonalizm’leri, sosyal Darvinizm ile ırkçılığa dönüşmüş müdür? Dönüşmüştür. Fakat Türk milliyetçiliği veya Gökalp’ın verdiği adla “Türkçülük” yine onun kelimeleriyle bir “terbiye ve hars (kültür)" meselesidir ve milliyetçiliktir. Başka hiçbir şey değildir. Irkçılık ile milliyetçilik birbirine yakın değil belki birbirinin hasmı iki kavramdır.
Bazı milliyetçiliklerde, diğerlerini itme, “Biz öteki değiliz, biz ötekinden farklıyız, öteki bizden aşağıdadır.” Hisleri ağır basar. Avrupa’nın nasyonalizmlerinin çoğunda bu özellik görülüyor. Gökalp ve onun Türkçülük anlayışında ise, iç çekim, millet mensuplarının öz değerlerine bağlılığı bu bağlılık etrafında teşekkül eden dayanışma, milli değer ve menfaatlerin savunulması hâkimdir. Buna pozitif milliyetçilik diyebiliriz. (s.160)
İskender Öksüz’ün Türk düşüncesine hediye ettiği “Türk’üm Özür Dilerim” isimli önemli eserini, zor bir dönemden geçen Türkiye’de ülkemizin sorunlarına çözüm arayan herkesin okumasını tavsiye ediyoruz.
1) İskender Öksüz, Türk’üm Özür Dilerim, Bilge Kültür Sanat, ISBN: 978- 605-5261-66-5
Mart/2015 | www.zekionsoz.com | Zeki ÖNSÖZ
Zeki ÖNSÖZ Kimdir?
1945 Bayburt’ta doğdu. Ankara Atatürk Öğretmen Okulu’ndan sonra 1962’de Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca bölümünde okudu.
1966 yılından itibaren Antakya, Rize, Kayseri liselerinde Almanca öğretmenliği yaptı. 1973 – 1974 yıllarında Ankara Orta Doğu Amme İdaresinde okuyup kamu yönetimi uzmanı oldu. 1976 yılına kadar Milli Eğitim Bakanlığında müşavir, 1977 – 1978’de Sttutgart Başkosolosluğu Eğitim Müşaviri olarak çalıştı. 1979 – 2004 Almanya – Neuss okullarında Türkçe dersleri verdi. 2005 yılından beri emekli.
2000 yılında Ankara’da Salih Elhan’dan ebru dersleri aldı.
Katıldığı Sergiler
24.02.2002 - Stadtbibliothek Neuss
21.10.2002 - Wandehalle Bad Pyrmont
08.03.2003 - Stadtbibliothek Mönchengladbach-Rheydt
11.10.2007 - Bodrum Belediyesi Sanat Galerisi
22.05.2008 - Bodrum Kalesi Haluk Elbe Sanat Galerisi
18.07.2008 - Bayburt Kültür Merkezi